CUMHURİYET
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül MİT tırları soruşturmasından dolayı çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak Silivri Cezaevine konuldular. Öncelikle Can Dündar ile Erdem Gül’ün bu haber dolayısıyla tutuklanmalarını doğru bulmadığımı ve kınadığımı belirteyim. Çünkü her ne şekilde olursa olsun gazetecilerin yaptıkları haberden dolayı tutuklanarak cezaevine gönderilmeleri hiç etik değil. İleri demokrasilerde böyle bir uygulama da asla olamaz.
Yargı dün Cemaatin elindeydi ve o dönem onlar basına ve medyaya baskı uyguluyorlardı. İstedikleri gazetecileri ve yazarları Silivri zindanlarına atıyorlardı. O zamanlar bunun adı da demokrasiydi. Gazetecileri ve yazarları demokrasiyi rafa kaldırma bahanesi ile suçluyorlardı. Darbe planlamakla suçluyorlardı. Yargı bugün de AKP iktidarının yörüngesine girmiş durumda. Dolayısıyla AKP iktidarı Cemaat ’ten kalma alışkanlığı şimdi kendileri devam ettiriyorlar. Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanmalarını bu açıdan değerlendirebiliriz.
Basın özgürlüğünü savunmak her gazetecinin asli görevi olmalıdır. Bugün başkasına yapılanın yarın kendisine de yapılacağını hesaba almalıdır. Yoksa ‘’Bana bulaşmayan yılan bin yıl yaşasın’’ mantığı ile gazetecilik yapılamaz. Cemaat dün Ergenekon ve Balyoz Davaları ile yurtsever ve devrimci yazarları, gazetecileri, akademisyenleri, emekli ve muvazzaf komutanları ‘’darbe yapacaklardı’’ suçlaması ile tutuklayarak öç alıyorlardı. Kamuoyuna da ‘’ülkeyi darbecilerden temizliyoruz’’ algısını yerleştiriyorlardı. O zamanlarda kendini aydın olarak lanse eden pek çok insan da bu algı operasyonlarına destek veriyorlardı. Taraf Gazetesinin ‘’Camileri bombalayacaklardı’’ başlığını unutabilir miyiz? Taraf Gazetesi o zamanlarda bu tür algı operasyonları için yayın hayatına başlamıştı. Ahmet Altan ile Yasemin Çongar’da bu iş için görevlendirilmişlerdi. Tabi bunların içine Mehmet Baransu’yu katmamak sanırım ona haksızlık olur. Yoksa daha önce irticai eylemlerden dolayı askeriyeden atılan İskender Pala’nın ordunun içindeki köstebeklerden elde ettiği askeri belgeleri Taraf’a taşımak gibi görevi olan Mehmet Baransu’yu hiç unutmak olur mu? Olmaz tabi. İşte o günlerde medyaya Cemaat egemendi. Aynı Cemaat yargıyı da 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği ile ele geçirmişti. Yani anlayacağınız o günlerde ne istedilerse veriliyordu. Bu durumdan batı medyası da memnundu, ABD medyası da. Ülkeye ileri demokrasi geliyor diye toplumu da uyutmuşlardı. Yurtsever ve vatansever aydınlar ile komutanları da Silivri zindanları hapsederek etkisiz hale getirmişlerdi.
Şimdi diyeceksiniz ki, bütün bunların Can Dündar ile Erdem Gül ile ne alakası var. Ne diye bunları anlatıyorsun, diyebilirsiniz. Baştan da söylediğim gibi bu iki gazetecinin tutuklanmasını kınadığımı baştan söyledim. Bir Cumhuriyet okuru olarak bu iki gazeteciye yapılanları kabul etmediğimi söyledim. Fakat öbür taraftan da Can Dündar’ın Cumhuriyet Gazetesinin eski yayın çizgisinden çıkmasına sunduğu katkıyı yazmadan geçemem. Başta gazetenin Cumhuriyet Vakfı adına sahibi olan Orhan Erinç’i, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ı ve dün Cemaate ateş püskürürken bugün Cemaat ile el ele, kol kola olan Hikmet Çetinkaya’yı pas geçemem. Bu ekibin Cumhuriyet Gazetesini ele geçirmiş olmalarını atlayamam. Cumhuriyet Gazetesinin yayın çizgisini Atatürkçü yapıdan batı yanlısı ve Amerikancı yapıya dönüştürülmesini de asla kabul edemem. İşte bu yapı dün Cemaat ve Amerikan taraftarı olarak ülkemize biçilen yeni yapının hayata geçmesine çanak tuttular. Kalemlerini de bu amaç doğrultusunda kullandılar. Cumhuriyet Halk Partisinin ele geçiren yapı, Cumhuriyet Gazetesinin de ele geçirerek Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesine destek oldular. Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet Gazetesi nasıl böyle bir projeye destek olur demeyin. Çünkü bal gibi oluyor. Öncelikle Cumhuriyet Halk Partisinden örnek vereyim. Siz hiç Kemal Kılıçdaroğlu’dan Büyük Ortadoğu Projesi konusunda beyanat verdiğini duydunuz mu? Amerika’yı bölgemizde uygulamakta olduğu projeler konusunda eleştirdiğini işitiniz mi? Ya Avrupa Birliği’nin politikalarını eleştirdiğine tanık oldunuz mu? Ya bugün ABD ve batı karşıtı olan Suriye ve İran ile komşuculuk ilişkilerimizin geliştirilmesine ilişkin beyanatlarını duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü maalesef bugün Cumhuriyet Halk Partisi Amerikancı ve Cemaatçi yapı tarafından kuşatılmış durumdadır. Cumhuriyet Halk Partisi Atatürkçü yapıdan Emperyalist bir yapıya dönüştürülmüştür. Cumhuriyet Halk Partisi sol bir parti yapısından Soros solculuğuna dönüştürülmüştür.
Cumhuriyet Halk Partisi dönüştürülür de Cumhuriyet Gazetesi dönüştürülmez mi? Elbette dönüştürülür. Cumhuriyet Gazetesi de uzun bir zamandır Cumhuriyet Vakfı’na hâkim olanlar tarafından bugünkü Cemaat ve Amerikancı yapıya dönüştürülmüştür. Gazetenin Atatürkçü aydınları da bu yüzden gazeteden atılmışlardır. Hatırlarsanız bugün Aydınlık Gazetesinde yazmakta olan Mehmet Faraç çok öncesinde gazeteden atılmıştı. Keza eski Genel Yayın Yönetmeni olan İbrahim Yıldız neden görevden alındı sanıyorsunuz? Peki, Oktay Akbal’ı hasta yatağında iken yazar kadrosundan çıkarmalarını unutabilecek miyiz? Peki, Bedri Baykam’ın yazılarına sansür uygulanmasını nasıl değerlendireceğiz? Şimdi tutuklanırken ‘’bir ihtiyacın var mı’’ diye soran polise ‘’Adalet’’ diyen Can Dündar’a, sen gazetenin Atatürkçü yazarlarını işten kovarken adalet aklına geldi mi diye sormayacak mıyız? Adalet dediğiniz şey böyle bir şey işte. Bir zamanlar Cumhuriyeti dönüştürürken akla gelmeyen adalet nedense şimdi akla geliyor. Fakat ben yine de vicdansız değilim. Bir zamanlar Ergenekon Davası ile gazetenin Cumhuriyet Vakfı adına sahibi olan İlhan Selçuk’u tutuklayan Cemaat ile yan yana olan bugünün Genel Yayın Yönetmeni olan Can Dündar’a ‘’oh olsun’’ diyemem. Esasen böyle bir davranış bana yakışmaz. Ancak böyle bir durumda ona geçmiş olsun demekten de öte gidemem.
Şimdi yine bunların sırası mı dediğinizi duyar gibiyim. Biraz daha sabırlı olmanızı istiyorum. Sonuçta dünyanın sonu gelmedi ya. Konu konuyu açıyor. Sanırım daha anlatacak çok şey var. Konuya girmişken yarım bırakmak da olmaz. Saygı duyduğum bazı büyüklerim ‘’kısa kes’’ dese de, ben daha henüz hızımı alamamışken devam edeceğim. Ne de olsa konu hepimizi yakından ilgilendiriyor. Can Dündar’ın Atatürk ile ilgili, yapmış olduğu film ile devam edeyim. Bu filmi sanıyorum birçoğunuz seyretmişsinizdir. Can Dündar bu film ile Atatürk’ü nasıl aşağıladığını sanıyorum burada tekrar anlatmama gerek yok. Hani tarihe mal olmuş bir Atatürk Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olmamış olsaydı Allah bilir nasıl anlatırdı. Bir de utanmadan Turgut Özakman’a ‘’film nasıl olmuş’’ diye sormuş. Turgut Özakman filmi seyrettiğim zaman düşüncelerimi anlatırım demişse de, Can Dündar dayanamamış bir vesile ile evine konuk olup filmi Turgut Özakman’a seyrettirmiş. Tabi ki Turgut Özakman Can Dündar’ı kırmadan filmin olumsuz yönlerini not ettirmekle yetinmiş. Böylelikle Can Dündar’ı kırmadan göndermiş. Bu film ile ilgili ben de bir eleştiri yazısı kaleme alıp Can Dündar’a göndermiştim. Tahmin edeceğiniz üzere herhangi bir yanıt alamamıştım. Şimdi sırası gelmişken tekrar burada duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Her şeyden evvel filme, tarihe mal olmuş bir liderin adı verilmez. Hele hele bu lider Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ise hiç verilmez. Bu filme ‘’Atatürk’’ adı verilebilir ama ‘’Mustafa’’ verilmez. Çünkü tarihe mal olmuş kişilikler adı ile değil, soyadı ile anılırlar. Yarın bir gün beğensek de beğenmesek de Erdoğan hakkında bir film yapılırsa bu filmin adına ‘’Erdoğan’’ koyabilirsiniz ama asla ‘’Tayyip’’ koyamazsınız. Bu hem etik değildir hem de doğru değildir. Can Dündar Atatürk sanki asker arkadaşıymış gibi rahatlıkla yapmış olduğu filmin adına ‘’Mustafa’’ koyabiliyor. Dolayısıyla Can Dündar algı operasyonu ile Atatürk’ü toplum önünde basitleştiriyor. Filmi izleyen çocukların bilinçaltındaki Atatürk’ü yok ediyor.
Can Dündar’ın eleştirdiğim konular salt Atatürk düşmanlığından ibaret de değil. Bir gazeteci ülkesinin birliğinden ve bütünlüğünden yana taraf olmalıdır. Ülkesinin kırmızıçizgilerinden yana taraf olmalıdır. Yani Amerika’nın ve batının çıkarları yerine ülkesinin çıkarlarını düşünmelidir. Kalemini bu amaç doğrultusunda kullanmalıdır. Hiç kuşkusuz bugün ülkesinin çıkarları yerine emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden daha birçok yazarlar vardır. Şimdi Almanya’ya gitseniz orada ki yazarların Almanya’nın çıkarlarını savunduğunu görürsünüz. Keza Fransa’ya gitseniz de aynı durum orada da söz konusudur. Demek istediğim dış basın her zaman kendi ülkelerinin çıkarları adına kalem oynatırlar. Bu ülkeler içerisinde emperyalist politikaların dünya barışına engel teşkil ettiğini gören yazarlar da vardır. Ancak bu yazarların etkilediği alanlar oldukça sınırlı ve kısıtlıdır. Çünkü emperyalist politikalar her daim sömürülecek ülkeler üzerine oluşturulmuştur. İşte böyle bir ortamda kendi ülkesinin ahde vefasını düşünmeyen yazarlar emperyalist ülkeler tarafından ödüllendirilirler. Buna örnek olarak sizlere Nobel Edebiyat ödülü alan Orhan Pamuk’u hatırlatmalıyım. Orhan Pamuk’un bu ödüle layık görülmesinin arkasındaki gerçekleri unutabilir miyiz? Yoksa durduk yerde hiç kimseye ödül vermezler.
Fidel Castro Mihail Gorbaçov için ‘’Eğer düşmanın sana ödül veriyorsa, Sende bir puştluk var demektir. ’’diye boşuna söylememiş.
Şimdi buradan Can Dündar’ın yapmış olduğu gazeteciliğe geleceğim. Biraz uzun oldu ama bunları yazmalıydım. Can Dündar ile Erdem Gül Cemaatin MİT tırlarına yapmış olduğu baskını haberleştirmelerinden dolayı sorguya çekildiler ve tutuklandılar. Peki, bu haberi Can Dündar ile Erdem Gül ‘mü yapmıştı? Elbette hayır. Bu görüntüleri Cemaat Medyası kayıt etmişti. Erdoğan Cemaat Medyasını susturunca Gülen’in müritleri ellerindeki bilgi ve kayıtları Cumhuriyet Gazetesi üzerinden piyasaya sürdü. Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanmasına giden süreç bu şekilde işledi. Peki, bu haber yanlış mı? Elbette yanlış değil. Ancak Can Dündar bu haber ile gazetecilik yapmış olmuyor. Çünkü bu görüntüleri kendisi elde etmedi. Bu görüntüleri Cemaat eline tutuşturdu. Oysaki Cumhuriyet Gazetesi haberlere aracılık etmek yerine habercilik yapmalıydı. Bu görüntülere Cumhuriyet Gazetesi kendi damgasını vurmuş olsaydı, evet bu bir gazetecilikti. Ancak başkasının servis ettiği görüntüleri yayınlamak bana göre gazetecilik değildir. Keza Ergenekon ve Balyoz Davası sürecinin hatırlayın. O zamanlarda Nazlı Ilıcak ile Nagehan Alçı’nın bu davalar üzerinden yaptıkları yorumlar gazetecilik başarısı mıydı? Elbette değildi. Nazlı Ilıcak ile Nagehan Alçı, bu davalar ile ilgili araştırma yapıp ta yorum yapmıyorlardı. Nazlı Ilıcak ile Nagehan Alçı o zamanlar bu davayı yürüten savcıların verdiği bilgiler üzerinden yorum yapıyorlardı. O günleri hatırlayın. Bu iki yazar daha iddianamesi yazılmamış dava ile ilgili program yaptıkları CNN TÜRK televizyonunda yorum yapıyorlardı. Şimdi bu iki gazetecinin yaptıkları yorumlara gazetecilik denilebilir mi? Hani bu davalar ile ilgili bilgiye kendileri şahsi beceriklilikleri ile ulaşmış olsaydılar evet gazetecilik yapmış olurlardı. Eski araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu bu tür gazetecilerden değildi. O araştırmacı bir gazeteciydi. Yazdıklarını belgeleri ile ortaya koyardı. Şimdi buradan yine Can Dündar’a geleceğim. Savcılık Can Dündar ile Erdem Gül’e haberin kaynağını sormuşlar. Basında yer alan bilgilere göre her ikisi de bu kaynağı söylememişler. Haber kendilerine ait olmadığı için de ‘’haberi biz yaptık’’ diyemiyorlar. Cemaati savunayım derken gazeteciliği öldürüyorlar. Oysaki benim bildiğim gazeteci haberinin arkasında durur. İfade için çağrıldığı Mahkemeye MİT tırlarının taşıdığı silahların izini sürüp bunların kimlere gittiğini ispatlar. Mahkemeye de bu silahların hangi terörist gruplara gittiğini belgeleri ile birlikte ortaya koyar. Gazetecilik budur. Yoksa bir başkasının servis ettiği bilgi ve görüntüleri yayınlamak iş değildir. Ya bilgi aldığınız servi, sizi yanıltıyorsa sonra ne yapacaksınız? Sizi kendi iç çekişmesine alet ediyorsa bunu okurlarınıza nasıl izah edeceksiniz? Cemaat MİT tırlarına baskın yapmıştır. MİT tırları içinde Suriye’deki teröristlere verilmek üzere silah vardır ama hangi teröristlere verileceği ile ilgili bilgi yoktur. Eğer siz kendiniz bu haberi yapmış olsaydınız, bu MİT tırlarının hangi terörist gruplara silah taşıdığının izini sürerdiniz. Dolayısıyla Erdoğan bugün ‘’o silahlar Türkmenlere gidiyordu’’ dediği zaman, siz de kimlere gittiğini belgeleri ile ortaya koyardınız. Şimdi bunu yapabiliyor musunuz? Silahların hangi teröristlere gittiğini ortaya koyabiliyor musunuz? Eğer sonuçta tutuklanacaksanız kardeşim altına kendi attığınız haberden dolayı tutuklanacaksınız. Sordukları zaman da aslanlar gibi belgelerinizi yüzlerine savuracaksınız. Sonrasında da alnınız ak, başınız dik olarak o Silivri zindanlarından kahraman olarak çıkacaksınız. Gazetecilik budur kardeşim. Gazetecilik tutuklanınca Avrupa Birliği ülkelerine mektup yazarak yalvarmak değildir. Gazetecilik direnmektir.
Hızımı almışken konuyu açmaya devem edeyim.28.Kasım Cumartesi günkü Cumhuriyet Gazetesini okumuşsanız gazetenin 10.sayfasında Can Dündar ile Erdem Gül’e sahip çıkan Dünya Basınında yer alan eleştirileri de okumuş olmalısınız.
NEWSWEEK ‘’ Türkiye’nin önde gelen iki gazetecisi teröristlere yardım etmek suçlamasıyla tutuklandı’’ diyor.
THE NEW YORK TİMES ‘’ İstanbul’da binlerce kişi Dündar ile Gül’ün tutuklanmasını protesto etti’’ diyor.
TIME ‘’ Türkiye’de haber özgürlüğüne yani darbe’’ diyor.
WSJ ‘’ Tutuklamalar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurduğu partinin aybaşında tek parti yönetimini yeniden kurmasının ardından Türkiye medyasına yönelik yenilenen baskıların parçası’’ diyor.
BBC NEWS ‘’ Önde gelen iki Türk gazeteci, casuslukla suçlanıyor’’ diyor.
THE GUARDİAN ‘’ Muhalif Cumhuriyet Gazetesinin iki editörü uzun hapis cezalarıyla karşı karşıya’’ diyor.
AB KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MAJA KOCİJANCİC ’’ Endişe verici gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz. İfade özgürlüğü kritik önemi haiz. Özellikle bu süreçte devam eden çalışmalarımızın bir parçası olacak. Pazar gününü bekleyin’’ diyor. Neyi bekleyeceksek. Fakat ben yine de bekledim. Fakat pazar günü önemli bir gelişme olmayınca da olup biteni yazmaya karar verdim.
Peki, bu gazeteciler ve Avrupa Birliği sözcüsü Ergenekon Davasından yargılanan aydınlar, gazeteciler, akademisyenler tutuklandığı zaman da Türk basınına sahip çıkmışlar mıydı? O zaman da hassasiyetlerini bu derecede dile getirmişler miydi? Şimdiki süreçte Can Dündar ile Erdem Gül’e sahip çıkmasınlar demiyorum. Fakat dünya basını bugün olduğu gibi dün de keşke kumpas olduğu ortaya çıkan Ergenekon Davasından yargılanan aydınlara da sahip çıksalardı diyorum. Ancak mesele Türk Basınına sahip çıkmak değil ki. Mesele kendi çıkarlarına hizmet eden gazetecilere sahip çıkma meselesidir. Olayları bir de Cumhuriyet’in eski yayın çizgisi ile karşılaştırın. Yani Cumhuriyet Gazetesini Atatürk’ün çizgisinde yayın yaptığı dönem ile bugünkü dönem ile karşılaştırın. Arada çok fark olduğunu göreceksiniz. En başta emperyalizme hizmet eden Dünya basınının ikiyüzlü politikasını göreceksiniz. Dün zorlu süreçlerden geçen Cumhuriyet’e sahip çıkmayan dünya basınının bugün neden Cumhuriyet’e sahip çıkmaya başladığını göreceksiniz. Gazetenin Atatürkçü çizgisini devam ettirdiği dönemlerde bugünkü gibi sahip çıkılmadığını göreceksiniz. Zaten dünya basınının o dönemlerde Cumhuriyet Gazetesine sahip çıkması da beklenmezdi. Çünkü Cumhuriyet o dönemlerde ülkenin çıkarlarını gözetirdi. Emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmeyen bir gazeteyi Dünya basını zaten neden sahip çıksındı ki. Ancak şimdi öyle mi? Şimdi Cumhuriyet Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Açılım Politikasına destek veriyor. Türkiye Cumhuriyetinin parçalanma sürecine giden eden Sevr Antlaşmasına çanak tutuyor. Şimdi böyle bir politika güden Cumhuriyet Gazetesine Dünya Basınının sahip çıkmasını anlamak herhalde zor olmasa gerek.
Sona yaklaştım. Biraz daha sabır istiyorum. Şimdi bir tarafta Fethullah Gülen ile mücadele eden bir AKP iktidarı var. Diğer tarafta da AKP iktidarı ile mücadele eden bir Gülen Örgütü var. Sonuçta her ikisi de bir zamanlar el ele, kol kola ülkeye kan kusturmuşlar. Atatürk Devrimlerini bir bir yok etmişler. Cumhuriyetin temeline dinamit koymuşlar. Yargıyı ele geçirmişler. Türk Ordusunun kozmik odasına girmişler. İnsanları ayrıştırmışlar. Ülkeyi çıkmaz sokaklara sürüklemişler. Şimdi geldiğimiz noktada ise birbirleri ile çıkar çatışması yapıyorlar. İşte şimdi tam da bu noktada Cumhuriyet ile yaşıt bir gazete AKP – Cemaat kavgasına alet olmaması gerekirdi. Cemaat Medyasına hizmet etmemeliydi. Cumhuriyet Atatürk’ün çizdiği yolda kalmalıydı. Emperyalist ülkelere karşı Atatürkçü yapısını korumalıydı. Ancak Cumhuriyet geldiğimiz nokta da Emperyalist ülkelerin yörüngesine girmiş durumda. Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanmasını bir de bu açıdan bakın diyorum. Cumhuriyetle yaşıt olan gazetesinin geldiği duruma bakın diyorum. Basın özgürlüğü açısından elbette Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanmasını kınıyorum. Ancak bugün Cumhuriyet Gazetesini yönetenler ile gazetenin yazarları Cemaat sözcülüğünden yargılanmamalıydılar. Eğer Cumhuriyet Gazetesinin yazarları yargılanacaksa kendi gazetecilik ilkelerinden dolayı yargılanmalıydılar. Laik Cumhuriyeti savunmalarından dolayı yargılanmalıydılar. Atatürk’e sahip çıkmalarından dolayı yargılanmalıydılar. Ülkenin kırmızıçizgilerini savunmalarından dolayı yargılanmalıydılar. Emperyalizme karşı verdikleri mücadeleden dolayı yargılanmalıydılar. Ancak maalesef öyle olmadı. Cumhuriyet bugün Cemaat sözcülüğünden dolayı yargılanıyor. Dün İlhan Selçuk’u tutuklayan iradenin sözcülüğünü yapmaktan dolayı yargılanıyorlar. Acı olan da işte budur. Sizi bilemem ama beni bir Cumhuriyet okuru olarak üzen de budur.01.12.2015