YENİDEN İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMİNE DOĞRU
23 Haziran Pazar günü yapılacak olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yaklaştıkça iktidar partisi birbiri ardına yeni hamleler geliştiriyor. Muhalefetin adayı ise 31 Mart seçimlerinde izlediği politikanın bir benzerini aynen devam ettiriyor. Seçimi kazanmak adına seçmenlere yönelik yeni vaatlerde bulunmak elbette bir seçim çalışmasıdır. Ancak bu vaatler muhakkak suretle ucu açık ve seçmeni kandırmaya yönelik olmamalıdır. Sonuçta hangi aday daha çok çalışmış ve seçmen üzerinde olumlu bir etki bırakmışsa ise o adayın kazanması son derece normaldir.
Seçim sonuçları ne olursa olsun iktidarın adayı da, muhalefetin adayı da sonuçları milletin iradesi olarak görmeleri gerekir. Böyle bir tavrı muhalefet cephesinin sergileyeceğini düşünüyorum ama iktidar cephesinin seçimi kaybetmesi halinde her zamanki gibi yine mızıkçılık yapacağına dair derin endişelerim var. Zaten iktidar cephesi 31 Mart seçim sonuçlarını içine sindirebilmiş olsaydı 23 Haziran’da yeniden seçime gitmemiş olacaktık. Şimdi bozulan ekonomimizi düzeltmenin gayreti içine olacaktık.
23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iktidar partisi açısından çok önemli olduğunu öteden beri çok iyi biliyoruz. 31 Mart seçimini de YSK’ya sırf bu sebeple yenilettiler. Bu durumu anlamak için âlim filan olmaya da gerek yok. Aklı olan her bir vatandaş bu durumu gayet iyi anlayabilir. Yeter ki, anlanmak istensin. Ancak yapılan seçim salt iktidarın bakış açısıyla irdelenirse objektif bir değerlendirme yapılamaz. Bu sebeple oy kullanacak olan her bir vatandaş, her iki adayın vaatlerini değerlendirdikten sonra tercihini belirler ise sağlıklı karar vermiş olur.
Tam da bu noktada iktidar partisinin yaklaşan 23 Haziran seçim söylemleri ile 31 Mart seçim söylemleri arasında bir karşılaştırma yapacağım. Örneğin İktidar Partisi 31 Mart seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın ortak görüşü olarak Kürdistan kelimesini dillendirmemişlerdi. Hatta bu konuda Millet İttifakı’nın PKK’lılar la işbirliği yaptıklarını bile söylemişlerdi. Şimdi ise Binali Yıldırım Diyarbakır’da ‘Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün davet ettiği millet temsilcileri arasında Kürdistan mebusu da vardı, Lazistan mebusu da vardı’ dedi. Bu söylemin ne anlama geldiğini sanırım Cumhurbaşkanı Erdoğan’da biliyor olsa gerek. Yoksa Binali Yıldırım’ın kendi başına böyle bir söylem de bulunabilmesinin mümkün olmadığını siz de biliyorsunuz.
Bir başka örnek vereyim. Yine İmralı’da cezasını çekmekte olan Abdullah Öcalan’ın Açılım Sürecinin buzdolabına konmasından sonra avukatları ile görüşemediğini, örgütüne herhangi bir mesaj iletemediğini sanırım söylememe gerek yok. 23 Haziran seçimine yaklaştığımız bugünlerde bu konularda da adımlar atıldı. Öncelikle Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşebilmesi sağlandı. Hatta bu konu da geçmişte Abdullah Öcalan’ın asılması için bir mitinginde dönemin Başbakanına yönelik ip atan Devlet Bahçeli bile, Öcalan’ın avukatı ile görüşebileceğini söyledi. Yine Abdullah Öcalan cezaevinde devam etmekte olan açlık grevi ile ilgili bir açıklama yaptı. Sizce, 23 Haziran da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi tekrarlanmıyor olsaydı, Abdullah Öcalan’a açıklama yaptırırlar mıydı?
Siyaset halkın yararına ve düzeyli yapılmalıdır. Bir önceki söylem, bir sonraki söylem ile uyuşmalıdır. Yani eylem ve söylem birliği olmalıdır. Halka oy uğruna gerçekleşmeyecek vaatlerde bulunulmamalıdır. Seçmen baskı altına alınmamalıdır. Seçimler koltuk sevdasına dönüştürülmemelidir. Ayrıca seçimler demokrasinin olmazsa olmazı olarak görülmelidir.
10.06.2019