Makaleler

KUTUPLAŞTIRILMIŞ SİYASETİN DEĞİŞİME ETKİSİ

Topluma ne verirseniz onu alırsınız. ‘’Ne ekersen onu biçersin’’ atasözünün özü de budur. Günümüzde bu olgu toplumun genlerine fazlasıyla yerleşmiş durumdadır. Yoksa AKP 2002 yılından bu yana iktidarını devam ettiremez ve CHP’de ana muhalefet kimliğini sürdüremezdi. Kılıçdaroğlu ’da 2010 yılından bu yana tamı tamamına on üç seçim kaybetmesine rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’nin koltuğunda oturmaya devam edemezdi.

İktidar partisi olarak AKP kurulduğu yıldan bu yana girmiş olduğu bütün seçimleri kazandı. Böylelikle AKP’nin bu başarısı Türk siyasetine büyük bir damga vurmuş oldu. AKP bu başarıyı elbette salt kendisinin belirlediği seçim yöntemleriyle kazanmadı. Bu başarının kazanılmasında ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin tolumun yapısını kavrayamayışının da etkisi vardır. Toplumun beklentilerine yanıt veremeyişi vardır. Toplumda karşılığı olmayan adayların da etkisi vardır. Şu bir gerçek ki, AKP toplumu benden ve senden olarak kutuplaştırarak muhalefetin seçim kazanmasını da olanaksız hale getirdi. Bunu da bilinçli olarak düzenli bir şekilde uyguladı.

Seçmenin kutuplaşması esasen toplumsal barışın önünde bulunan en büyük engeldir. Ancak bu kutuplaşma iktidar partisinin bugüne kadar seçimleri kazanmasında büyük rol oynadı. Öyle ki iktidar partisinin seçmenleri AKP’ye oy verirlerken kendilerini sürekli AKP saflarında kalmak zorunda hissettiler. Zaten istenen de buydu. Dolayısıyla AKP seçmeni her bir seçimden önce iktidarın devam etmesi adına işi hep sıkı tuttular. Bu yöntem bir tür siyasi bağımlılıktı ve AKP bu süreci en iyi şekilde yürüttü.

Çağdaş demokrasilerde siyasi bağımlılığın yeri yoktur. Elbette bir siyasi partinin seçmeni her şeyden evvel kendi partisinin çıkarlarını düşünür. Ancak bu çıkarlar ülkenin çıkarları ile çelişiyorsa, ülke iyi yönetilemiyorsa bu durum siyasi bağımlılığa evrilmez. Partiye oy verenler pekâlâ bir başka siyasi partiye de oy verebilirler. Yoksa her bir siyasi partinin üyesi veya salt oy verenler önceden destekledikleri siyasi partiye oy vermeye devam etmiş olsaydılar iktidar değişimleri gerçekleşmezdi.

Türkiye’de demokrasi kavramı yeterince yerleşmediği için bir başka siyasi partinin iktidara gelmesi iktidar partisi taraftarlarınca kolay kolay kabul edilmez. Bu öngörünün arkasında hiç kuşkusuz bireysel gelecek endişesi yatmaktadır. En başta iktidarda olan siyasi partinin genel başkanının bireysel geleceği söz konusudur. Onun arkasından genel başkan yardımcıları, il ve ilçe başkanları gelir. Konum gereği olarak da Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, milletvekillikleri, yerel yönetimlerin başkanlıkları ve meclis üyelikleri de kaybedilmek istenmez.

İktidar partisinin seçim kaybetmesini bu parti sayesinde varlığını devam ettirenler, ihale alanlar, kamu kurum ve kuruluşlar üzerinde söz sahibi olanlar da istemezler. Çünkü bu kurumlar onlar adına ekmek kapısı haline gelmiştir. Bu sürecin devam etmesi iktidar partisinin seçim kazanmasına bağlıdır. Dolayısıyla İktidar partisinin ileri gelenleri ne kadar seçimleri kazanmak için çabalarlarsa bir o kadar da iktidar partisinden nemalananlar çaba sarf ederler. Olası bir kopma saadet zincirinin kopmasına benzer. İktidar zinciri bir kereye mahsus koparsa gerisi çorap söküğü gibi gelir. Bu sebeple iktidar partisi yanlıları her bir seçim arifesinde birbirlerine adeta kenetlenirler. Karşı tarafı da düşman gibi görürler. Karşı tarafın ülke adına ortaya koyduğu olumlu politikaları bile görmezden gelirler. Varsa yoksa partinin iktidarı her şeyin üstünde gelir. O güne kadar uygulanan politikalar yanlış da olsa, geleceğe dair uygulanabilir bir politika olmasa da siyasi tercih değiştirilmez. Çünkü ortada kutuplaştırılmış bir siyaset vardır ve bu siyaset siyasi bağımlılığa evrilmiştir.

Bugün kutuplaştırılmış siyaset iktidar partisine ne kadar avantaj sağlıyorsa bir o kadar da muhalefet partisine sağlıyor. Muhalefet partisi iktidar olamasa da bu kutuplaştırılmış siyasetin meyvelerinden yararlanabiliyor. Yoksa çağdaş demokrasilerde her bir seçim yenilgisinden sonra muhalefet partisinin genel başkanı koltuğunda oturmaya devam edemez. Öyle olmasaydı seçim yenilgisinden sonra liderlik sorgulanmaya başlanırdı. Atılan yanlış adımlar ortaya konulurdu. Toplumda karşılığı olmayan partililerin adaylıkları sorgulanırdı. Dolayısıyla partinin önünün açılması, yeni bir heyecan yaratmak, yeni yüzlerin ortaya çıkması adına genel başkan herhangi bir mazeret üretmeksizin istifasını sunardı. Çünkü beklenti genel başkanının çıkarları değil partinin çıkarlarıdır. Bu duruma en güzel örnek Yunanistan’da yapılan son seçimde oy kaybına uğrayan SYRIZA Genel Başkanı Aleksis Çipraz’ın istifa etmesidir. Ancak çağdaş demokrasinin yerleşmediği ülkelerde ve kutuplaştırılmış siyasetin egemen olduğu ülkelerde genel başkanın çıkarları partinin çıkarlarının üstünde geliyor. Bu duruma en iyi örnek Türk siyasetidir. Bu durum üzücüdür ama gerçektir.

Bugün ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu son seçimler ile beraber toplamda on üç seçimi kaybetmiş olmasına rağmen henüz istifa etmiş değil. Kılıçdaroğlu genel başkan seçilmeden evvel de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterilmişti. Kılıçdaroğlu bu seçimi de kaybetmişti. Eğer Kılıçdaroğlu’nun benliğinde biraz özeleştiri kültürü ve partinin önünü açma sorumluluğu olmuş olsaydı bugüne değin on defa istifa etmiş olurdu. Ancak Kılıçdaroğlu’nda ne yazık ki siyasi parti genel başkanlığı olgunluğu bile yok.

Kılıçdaroğlu’nun istifa etmemesinin ardında bulunan en büyük nedenlerden birisi dönüştürmüş olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluş ayarlarına geri dönme endişesidir. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi Kılıçdaroğlu’nun partiyi istediği yöne döndürme partisi değildir. Cumhuriyet Halk Partisi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu bir siyasi partidir. Ve bu köklü partinin ilkeleri vardır. Bu ilkeler, Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, halkçılık, devletçilik, devrimciliktir. Cumhuriyet Halk Partisi’ne genel başkan seçilecek partililer bu ilkeleri benimsemek ve özümsemek zorundadırlar. Yoksa bu ilkeleri benimsemeyen partililer Cumhuriyet Halk Partisi’ni temsil edemezler. Çünkü bu durum Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal kimliği ile çelişir. Kılıçdaroğlu bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurumsal kimliği yerine küresel çevrelerin kendisine dayatmış olduğu ilkeler doğrultusunda yönetti. Esasen Deniz Baykal’ın yerine getirilmesinin en önemli sebebi buydu. Bu sebeple dönüştürdüğü Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluş ayarlarına geri dönmemesi adına istifa etmiyor. Küresel çevrelerin kendisine dayatmış olduğu siyasi çizgiyi Cumhuriyet Halk Partisi’nin üstünde görüyor.

Kılıçdaroğlu bugüne kadar uyguladığı siyasi çizgiyi iktidara taşıyabilmiş olsaydı her ne kadar partinin kurumsal kimliği ile çelişmiş olsa da genel başkanlığı devam ettirebilirdi. Küresel çevrelerin dayattığı politikalar ülkeye zarar verirdi ama sonuçta partiyi iktidar taşıyan bir genel başkan olurdu. Ancak şimdi böyle de bir durum yok. Alınan seçim yenilgilerine bir yenilerini daha ekledi. Bu durumda istifa etmesi gerekir. Çünkü küresel çevrelerin dayattığı politikaları kutuplaştırılmış siyaset ortamında iktidara getirme şansı da yok. Çünkü dünyanın çok kutupluluğa evrildiği bir süreçte tek kutupluluğu savunan ABD’ye yaranma adına Rusya’ya Türkiye’nin bir NATO ülkesini hatırlatacak bir politikanın geçerliliği de yok.

Bugün dünyanın ekseni Avrasya’ya doğru kayıyor. Çin uyguladığı politikalar ile kendisinden söz ettirmeye başladı. İlk etapta ABD’nin birbirlerine düşman ettiği Arap ülkelerini barıştırdı. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Çin’i ziyaret etmesi bile başlı başına bir gelişme oldu. Devlet Başkanı Şi,’’ çözümün temelinin 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan tam egemenliğe sahip bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasında yatıyor’’ dedi. Bu açıklamayı hiç kuşkusuz başta ABD olmak üzere Avrupalı ülkelerden duymak isterdik. Hangi ülkelerin dost, hangi ülkelerin düşman olduğunu bilmek için alim filan olmaya gerek yok. Dolayısıyla ABD ile NATO’nun arkasından boşu boşuna sürüklenip gitmenin hiçbir şeye faydası yok.

Zira Çin öte yandan da Fransa Devlet Başkanı ile bir araya gelerek Fransa’yı ABD ile İngiltere’nin hizasından Rusya Çin hizasına çekti. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün beş daimî üyesinden üçünün çok kutupluluğu savunan ülkelerin tarafında yer alması ABD hegemonyasına vurulan bir darbedir. Çin Almanya ile de görüşmeler yapıyor. Esasen dünyanın yönünün doğuya kaydığı bir ortamda ABD yanlı bir siyasetin geleceği de yoktur. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu bu gerçeklerle yüzleşmek zorundadır.

Kılıçdaroğlu bugün ülkenin gerçekleri ve dünyanın evrildiği süreç ile yüzleşmek zorundadır ancak öte yandan da kutuplaştırılmış siyasetin vermiş olduğu olanakları sonuna kadar kullanmaya devam ediyor. Bugün kutuplaştırılmış siyaset AKP’ye sürekli seçim kazandırıyorsa bu siyaset anlayışı öte yandan da Cumhuriyet Halk Partililerin Kılıçdaroğlu’na bağımlı hale gelmesine neden oluyor. Çünkü kutuplaştırılmış siyaset ortamında Cumhuriyet Halk Partililer Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanma noktasında çok çalıştığını bu sebeple istifa etmesini gerektirecek bir durumun olmadığını düşünüyorlar. Olaya bu mantıkla baktığımız zaman seçim kaybeden bütün genel başkanların istifa etmelerine gerek olmadığı ortaya çıkar. Çünkü hiçbir genel başkan seçimi kaybetmek için çaba sarf etmez. Her bir genel başkan seçimi kazanma noktasında elinden gelen bütün çabayı sarf eder. Ancak sonuçta kazanan bir taraf olur. Bu durumda ortaya seçimi kazanan aday kadar çalışılmadığı, seçimi kazanan aday kadar toplumda karşılığın olmadığı sonucu ortaya çıkar. Dolayısıyla alınan oy üzerinden bir vazife çıkarılarak koltukta oturmaya devam edilemez.

Cumhuriyet Halk Partililer artık kutuplaştırılmış siyasetin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sürekli seçim kazandırdığını buna keza Kılıçdaroğlu’na da Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı’nı her şeye rağmen sürdürdüğünü görmek zorundadırlar. Yeni seçilen milletvekilleri de bu gerçekleri görmek zorundadırlar ancak onlar genel başkanın gösterdiği vekiller olduğundan kendilerini genel başkana karşı sorumlu hissedeceklerdir. İstenen de zaten buydu. Milletvekili adaylarını Cumhuriyet Halk Partisinin delegeleri belirlemez ise bu vekiller kendilerini genel başkana karşı sorumlu hissederler. Bakanlar kendilerini nasıl millet yerine AKP Genel Başkanı’na karşı sorumlu hissediyorlarsa Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri de kendilerini Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı’na karşı sorumlu hissediyorlar.

Cumhuriyet Halk Partililer gerçek bir değişim istiyorlarsa bu değişimin salt MYK üyelerinden ibaret olmadığını ortaya koymalıdırlar. Gerçek bir değişim partinin yeniden kuruluş çizgisine dönmesi ile gerçekleşebilir. Bu sebeple partinin önünün açılması ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin toplumun yeniden umudu haline gelebilmesi için Kılıçdaroğlu’nun yönetim kadrosu ile istifa etmesi gerekir. Dahası olağan veya olağanüstü kurultayda da aday olmaması gerekir. 05.07.2023

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Menu Title